İşlevlerini Yitirmeyen İnsan Olabilmek

Burcu Kuzucu
4 min readJun 11, 2020

Şimdi derin bir nefes alın ve telefonu elinizden bırakın. Evet yanlış okumadınız, telefonu elinizden bırakın, derhal! Sonra kendinizi gözlemleyin; telefonu ne kadar süre elinize almadan durabileceğinizi, bu sırada kaç defa bilinçsizce elinizin gittiğini, kaç defa acaba bildirim geldi mi diye dönüp baktığınızı, kısacası telefonunuza ne kadar bağımlı olduğunuzu bilinçli bir şekilde gözlemleyin.

Apple’ın CEO’su Tim Cook bile telefonların aşırı kullanımı hakkında “Aşırı kullanım bence iyi değil. Sürekli kullanılan bir şeye dönüşmesinin başarıya ulaştığımızın kanıtı olduğunu söyleyecek biri değilim. Aşırı kullanımı kesinlikle desteklemiyorum” demiş. O zaman sorulacak soru şu, aşırı kullanmamalıyız demek kolay ama bunu nasıl yapabiliriz?

Araştırmalara göre telefonun bu kadar güçlü bir bağımlılık yaratmasının sebebi belirsizlik ortamı oluşturmasında yatıyor. Gönderdiğimiz bir mesaja cevap gelip gelmemesi, kullandığımız uygulamalardan gelen bildirimler, sosyal medyada kim ne paylaşmış düşünceleri sürekli olarak beynimizi meşgul eden belirsizlik durumlarını oluşturuyor. Bu belirsizlik durumlarını düşünmek kişilerde bir süre sonra bağımlılık yaratıyor, böylece telefonlarımıza baktıkça daha sık bakma ihtiyacı hissediyoruz ve bakmanın bize asla doyum vermeyeceğini de biliyoruz. Çünkü belirsizliğin sonu yok yani telefonunuza son kez bakmak diye bir şey yok.

Günümüz iş modellerinde ve çalışma düzeninde artık mobilite yani her an çevrimiçi olma durumu ve multitasking yani çoklu görev gibi akımlar başarı göstergesi olmaya başladı. Her an ulaşılabilir olma zorunluluğu, uygulamalar sayesinde birçok işin aynı anda yapılması gibi durumlar normalleştirilmeye çalışılıyor. Fakat böyle durumlarda çok iş başardığımızı düşünsek de çoklu görevin aslında verimimizi düşürdüğü kanıtlanmış bir gerçek. Çoklu görev dikkat dağınıklığı sebebiyle beyni ödüllendirerek dopamin bağımlılığına dayalı bir döngü yaratmakla kalmıyor aynı zamanda strese dayalı IQ düşmesine de neden olabiliyor. Ayrıca bir şeyi yaparken odaklanmak, onu neden yaptığımızı bilmek, yapmadığımız bir şey için kendimizi suçlamamamızı da destekler. Böylece hayatımızda stresi ve kaygıyı da azaltmış oluruz. Fakat yarattığımız otomotik pilotlar sayesinde biliçsiz tüketicilik ve stresin esiri oluyoruz. Etrafımızda kaygı düzeyi telefona bağlı olan, telefona sinirlenen, kızan, küfreden insanları görmek size ne kadar normal, ne kadar sağlıklı geliyor? Kısacası çılgınlığın normalleştiği bir dünya yaratıyoruz. Sherry Turkle’ın dediği gibi “artık teknolojiden daha çok, birbirimizden daha az şey beklediğimiz bir dünyadayız.” Peki akıllı telefonlarımıza rağmen işlevlerini yitirmeyen bir insan olabilmek için sizce geç mi kaldık?

Sık kullanım ve buna bağlı bağımlılıklarımızın bizleri getirdiği noktada değer yargılarımız ve önceliklerimiz de değişti. Zamana ve üretime olan bakış açımız başkalaştı. Netflix’in CEO’su Reed Hastings yaptığı bir açıklamada şirketin baş rakibinin günümüzün hiç bir popüler şirketi olmadığını, tek rakiplerinin uyku olduğunu söylemesi zamana bakış açımızı oldukça iyi özetliyor. Artık tüketici toplumun bir parçası olarak uyuyunca internette vakit geçiremiyor, dolayısıyla tüketemediğimiz, algoritmalara veri sağlayamadığımız bir zaman diliminde oluyoruz ve bu kimsenin hoşuna gitmiyor.

Modern hayatın hızı ve karmaşıklığı içerisinde bize kısa yollar sunan, algoritmaları ile hayatımızı kolaylaştıran ve bizden daha çok tüketmemizi bekleyen bir dünyada kendimizi kaybettiğimizi unutuyoruz. Yani dünya bizi dört bir yana doğru çekiştirirken merkezimi ve odağımızı korumayı unutuyoruz. Gerçeğe sarılmayı, özgürlüğümüzü korumayı unutuyoruz.

Bir pozitif psikoloji akımı olan mindfulness akımı hayata dair “Hayat sadece anlardan ibarettir, bunun ötesinde bir şey değildir. Bir şeyi yaparken onun sizin için anlam ifade etmesini sağlayın. Ondan sonrası zaten kendiliğinden gelecektir.” der. Aslında en başından beri anda yaşamaya teşvik edilmediğimiz, başka bir yerde yani gelecekte yaşamak üzere eğitildiğimiz bir dünyada bu düşünceyi anlamak ve anlamlandırmak bizler için oldukça önemli.

Teknoloji artık yalnızca “ilerliyor” demek yetersiz; teknoloji “üstel bir biçimde ilerliyor”, yani “ilerleme hızı bile ilerliyor”. Yalnızca şartlarımızı ve imkanlarımızı değil bizi de hızlı bir şekilde başkalaştırıyor. Akıllı telefonlar, her an her yerde erişilebilen internet, milyarlarca insanı birbirine bağlayan dijital platformlar, bunlar muhteşem yenilikler. Hiç kimse bu yeniliklerden, bu ilerlemeden pişman değil fakat kullandığımız cihazların kölesi olma hissi bir yerde bir şeylerin yanlış gittiğinin de sinyalini veriyor bizlere. Kalıplara sokan bu değişim için artık bilinçli bir şekilde çaba sarfetmeliyiz. Mesela belki başarılması oldukça zor bir şey ama telefona her an her yerde ihtiyacımız olmadan da yaşayabiliriz. Uyurken onu baş ucumuza koymamız, onunla yemek yememiz, onunla koşmamız, yürüyüş yapmamız gerekmiyor. En azından hala bu gibi özgürlüklüklerimiz var. Arada bir ağaçların ya da kuşların yaptığını yapıp yalnızca büyük doğal düzenin bir parçası olduğumuzu hissetmek gerek, şu hayatta toplanacak verilerden çok daha fazlası olmak için biraz çabalamak gerek.

Şuanda kullandığımız hiçbir cihazı ya da uygulamayı bağımlılık yapması için kullanmaya başlamadık. Aslında amacımız tamamen daha hızlı iletişim, daha kolay erişim gibi basit sebeplerdi. Fakat gitgide dikkat endüstrisinin de uğraşıları ile eklenen mükemmel tasarım özellikleri sayesinde bu servislerin etkisine daha çok girdik. Zamanımızı nasıl geçirdiğimizi, nasıl hissettiğimizi ve nasıl davrandığımızı belirlemelerine izin verdik. Peki ama sizce de artık bu gidişe müdahale etme zamanı gelmedi mi?

Zihnimizi kapatmak isteyen bir dünyada zihnimizi olabildiğince açık tutmalıyız. Yaşamı daha iyi bir yer yapmak amacıyla çıktığımız bu yolculukta yaşamanın anlamını kaybetmemeyi de öğrenmeliyiz. Gelecekten önce gerçeğe sarılıp, an’ı anlamlandırmak bizi de iyileştirecek.

--

--